Merhaba, Rüzgarlı Kentin Hafızası’na hoşgeldiniz.
Çanakkale'nin efsanevi ya da destansı olmayan kişi veya mekanlarının hikayelerini anlatmadan önce ben size aslında kısaca biraz kendi hikayemi anlatmak istiyorum. Çanakkale ile olan ilişkim nasıl başladı ve nasıl buraya kadar evrildi, neden böyle bir podcast serisi yapıyorum? Bunun üzerine belki de hikayemi dinliyor olmanız daha anlaşılır kılacaktır.
İsmim Özge. Bir hayli heyecanlı olduğumu da belirmek isterim. Podcast olaylarıyla ilişkim yeni başlıyor ve baya ilginçmiş mikrofon önünde böyle konuşuyor olmak, her neyse. Çanakkale ile olan ilk ilişkim sanırım çoğu insanın da olduğu gibi biraz tatil vasıtasıyla çocukluğa veya ilk gençliğe dayanıyor diyebilirim. Ama bu bağım o zamanlardan oluşmadı, sadece çok sevdiğim bir kent olduğu aklıma geliyordu.
2017 yılında yüksek lisans maceramla birlikte aslında derin bir bağ kurmaya başladım bu kentle. Yerel ekolojik hareketler üzerine çalışmaya karar verdiğimde sahamı Çanakkale olarak seçtim ve burada birkaç ay geçirmek üzere arkadaşımın yanına geldim. Bir yandan da saha ziyaretleri, saha süreçleri vs. ilerleyecekti.
İstanbul gibi metropolde yaşayan bir insanın aslında bir küçük kentle tanışması oldu bu süreç ve hızlı bir şekilde de içine çekti beni. Günlerim aslında bisikletle kentin bir ucundan diğerine gitmekle geçiyordu, ki çok küçük bir kent merkezi olduğunu orada yaşayanlar ya da benim gibi kısa süreli de olsa vakit geçirmiş olanlar gayet iyi bilir. Ben kısa süre içerisinde, biraz da tezimden mütevellit, insanlarla tanışmaya başladım. İnsanlar da beni diğer insanlarla tanıştırdılar ve bu küçük çevrenin bir parçası oldum. Bu süreç de aslında bana büyük bir kolaylık ve güven getirdi. Her sabah için düzenli gittiğim yerlerde insanlarla gelişen muhabbetler, günlük hayata dair küçük sohbetler, bir yerden sonra o mekanlarda çayımı nasıl içtiğim, tatlıyı nasıl yediğim gibi böyle küçük detayların da hatırlanıyor olması… Özellikle de dediğim gibi metropolden gelmiş benim için bir hayli… bir hayli heyecanlandırdı. Daha sonrasında da bu küçük topluluğun bir parçası haline gelmeye başladım.
Tüm bunlarla birlikte sanırım yavaş yavaş oluşmaya başlayan bir bağ oldu ve ben o günden beri aslında kopamadım Çanakkale'den. Yüksek lisanstan sonra da aslında şu an profesyonel hayatımı bir şekilde orayla ilişkili olarak devam ettiriyorum. Genel itibariyle ekoloji alanında çalışıyorum ama kent merkezine olan ilgim biraz daha bellek üzerinden ilerliyor. Her gün ziyaret ettiğim mekanlar insanların anlatıları çok da değişmemiş ya da en azından yavaş yavaş değişmeye başlayan kent merkezindeki mekanların hikayeleri ilgimi çekmeye başladı. Yanından geçtiğim mekanların hikayelerini merak etmeye başladım. Daha sonra hikayelerin de devamı olduğunu gördüm. Bu hikayeleri anlatan insanlarla tanıştım ve bir şekilde kent belleğine dair bir merakım ve ilgim oluşmaya başladı. Bunun yanında getirdiği bir aidiyet duygusuyla birlikte bir şeyler yapmak istediğime karar verdim.
Sanırım tam orada bir yerde bu fikrin de tohumları atılmış oldu. Ben bu kent hakkında daha fazlasını öğrenmek istedim. Maalesef genel algı ya da geldiğimiz nokta içerisinde Çanakkale üzerine konuşuyorken belli başlı kalıpları ya da hikayeleri çok geçemediğimizi de fark ettim. Çanakkale Savaşı ya da bunun üzerinden dönen savaş turizmi, anıtlar büyük bellek mekanları olmakla birlikte bu kentin kendi içerisindeki kültürel çeşitliliğini de bir şekilde hapsediyor ve görünmez kılıyor. Öte yandan da o çok sevdiğim Troya Antik Kenti ve Truva Atı ya da bunun üzerinden dönen bir diğer tarih turizmi de keza öyle… Destanlar ya da savaşlar üzerinden hatırlıyoruz Çanakkale’yi. Aklımıza bu şekilde geliyor ya da benim de içerisinde olduğum ekoloji hareketi gibi madenlerle birlikte anıyoruz. Büyük büyük hikayeler üzerine düşünüyoruz, büyük olaylardan bahsediyoruz.
Ama ben aslında tam da küçük olan yerde, küçük anlarda, küçük mekanlarda konuşurken bu kent belleği dediğimiz ya da içinde tam da yaşayarak pratik ettiğimiz hikayelerin varlığını gördükçe kıymetlendirir oldum. Bu benim için çok kıymetli geldi ve hani bunu kendim için görünür kılmak istiyorum, görmek ve öğrenmek istiyorum, ama sanırım aynı zamanda da paylaşmak istiyorum, bir şekilde diğer insanlar da görsün istiyorum gibi böyle bir yolculuğa çıkmak istedim.
Yolculuk diyorum çünkü tam olarak bana öyle geliyor. Bu süreç içerisinde belki Karakutu Derneği’nin de gönüllüsü olmam, bu bellek mekanları üzerine nasıl çalışıldığını veya nasıl yaygınlaştırıldığını da biliyor olmam bir hayli işimi kolaylaştırdı aslında. Adnan Ergenç Fonu’ndan da bu sayede yararlanabilme imkanı buldum. Neden böyle bir çalışma yapmak istediğimi tam da size anlattığım gibi onlara da anlattığımda bu fon yararlanıcılarından biri de ben olmuştum 2019 yılında.
2019 yılında kabul aldı ama hepinizin de bildiği gibi 2020 yılında salgın patlak verdi. Benim için süreç pek de umduğum gibi devam etmedi. Pek çok saha ziyareti ve özellikle de kentin yaşlı sakinleri ile birlikte sözlü tarih görüşmeleri planlıyorken tüm bunlar geri plana düştü ve ben biraz daha sosyal medya ağırlıklı olarak yola devam etmeye karar verdim. Hepimiz için en sağlıklısı bu olacaktı çünkü. Allah'tan kitaplar imdadıma yetişti bu süreç içerisinde. Pek çok diyemeyeceğim maalesef, bu alana dair Çanakkale ile ilgili de araştırma yapıyorken genel itibariyle Çanakkale Savaşı ya da Troya Antik Kenti üzerinden ilerleyen yüzlerce, hatta binlerce araştırma varken “Bu kentte kimler yaşamış, kültürel belleğe dair neler var?” kısmında karşıma çok da çalışma çıkmadı. Çıkanlara dört elle sarıldım, çünkü dediğim gibi kendim çıkıp araştıramıyordum. Var olanları biraz sömürmüş olabilirim.
Ama bu süreç içerisinde açmış olduğum sosyal medya hesabından mümkün mertebe yaygınlaştırmaya karar verdim. Tabiri caizse küçük insanların küçük hikayeleri ile birlikte şekillenen o toplumsallaşmaya değinmek istiyorum ben bu süreçte. O hikayeleri takip etmek, o mekanları görmek… O mekan anlatıları üzerinden burada kimler yaşamıştı, bir zamanlar hayat bu kentte nasıl akıyordu, nasıl da büyük hikayelerin yanı sıra aslında kendi küçüklüğü içerisinde bir o kadar çeşitli ve canlıydı? Ki bu beni hala çok ve çok heyecanlandırıyor. Bir yandan da aslında sadece geçmişe dönük değil, güncel olarak da burada yaşayan insanların kendi pratikleri ile birlikte bu kenti nasıl yaşattıkları, bu kentin nasıl yaşadığı üzerine konuşmak ve sohbet etmek istiyorum. Programa gelecek konuklarla birlikte onların hikayelerini dinlemek istiyorum ve sizinle de paylaşmak istiyorum. Benimle bu yolculuğa çıktığınız için şimdiden teşekkür ediyorum hepinize. İlerleyen bölümlerde görüşmek dileğiyle…